Bir önceki reklam
serisinde Özkan Uğur’u marka yüzü seçen Yandex, bu seferki reklam kampanyasında
ünlü kullanmıyor. Reklamın yıldızı ise ‘tam dayaklık’ denilen türden bir ergen!
Arama
motoru Yandex yeni kampanyasıyla ekranlarda boy gösteriyor. Türkiye lansmanını
Özkan Uğur ve hediye Lamborghini ile oldukça iddialı gerçekleştiren Yandex, bu
seferki kampanyasında absürt-komedi karışımı fikirler kullanmış.
Kampanyanın
yıldızı kıvırcık saçlarından gözleri görünmeyen, elinden telefonu düşmeyen bir
ergen. (bana biraz Tefal’in gıcık kızını anımsatmadı değil. Hani şu ‘Yapamam.
Ellerim yok ki...’ diyen ukala!) Kendisine bir şey sorulduğunda bu kardeşimiz,
lütfedip başını cebinden(!) kaldırıyor ve “ben ne bileyim, yandex miyim!” diye
cevap veriyor. Gerçi cevap mı veriyor, yol mu gösteriyor, küfür mü ediyor belli
değil!.. Ukala dümbeleği!
Film ben de -o ergen tip yüzünden- “yaradana sığınıp, bir çakma!” isteği de uyandırsa da, eminim çok
sempatik bulan birçok insan vardır. Özellikle de gençler! Hedef kitle de büyük
oranda onlar olduğunu göre ecnebilerin deyimiyle ‘no problem’
Thy, son zamanların en
beğenilen ve ara ara da olsa, en çok tartışılan kurumlarından birisi. (İşten
çıkarttığı ardından geri aldığı çalışanları, bitip tükenmeyen kıyafet, içki vb. uygulamalarıyla) Ben, elbette burada Thy politikalarından söz etmeyeceğim. Ben işim
reklamları! Ve bence, Thy, güzel reklamlarıyla övgüyü hak ediyor.
Son
zamanlarda Türkiye’de bilindik markaların hepsi aralarında anlaşmış gibi
reklamlarında ünlü kullanıyor. Hatta bu kullanım o kadar yaygınlaştı ki, bazı ünlüler
(ör: Burak Özçivit) aynı anda farklı markaların reklam yüzü olarak karşımıza
çıkıyor. (Cengiz Semercioğlu bu konuda bir değerlendirme yazdı. Okumanızı
tavsiye ederim.)
Bana
göre, reklamlarda ünlü kullanımının bu kadar yaygın olmasının sebebi, dünyanın
en çok televizyon izleyen ülkelerinden biri olmamızda saklı. Televizyonu seviyoruz. Dizileri seviyoruz. Doğal olarak ünlüleri de seviyoruz.
Böylelikle ünlüler, ajanslar
için, fikirlerini müşteriye satmada elle tutulur dayanak oluyor;
Çünkü ajansın bulduğu fikri toplumun sevip sevmeyeceği meçhul; ama ünlüleri
sevdiği kesin.
Ben
kişisel olarak, hedef kitleye uygun olduğu sürece ünlü kullanımında hiçbir
sakınca görmüyorum. Güzel ve etkili hikayelerle birleşince, sonuç başarılı oluyor.
Ünlü, ajansı
tembelleştiriyor!
Ancak
ne yazık ki ülkemizde yukardaki paragrafın son cümlesini son günlerde fazla
göremiyoruz. Ünlü kullanımı sanırım ajansları tembelleştiriyor ve senaryolara
gereken özeni göstermiyorlar. Bunun sonucunda ortaya; ünlüsü olan sıradan
reklam filmleri çıkıyor.
Thy bu işi biliyor
Thy’nin
Kobe Bryant ve Lionel Messi’li reklamı ise bu işin - yani ünlü kullanımı+güzel
hikayenin - son zamanlarda gördüğüm nadir iyi örneklerinden.
Dünyayı
kendine pazar olarak gören Thy’nin, iki dünya starını reklamında oynatması,
gücünü ve kararlığını ortaya koyuyor.
‘Alanlarının
en iyisi olan bu ikili, kendi alanında en iyi olanı seçiyor, onunla uçuyor’ algısı
serinin ilk filmlerinin ana konusuydu ve çok başarılıydı.
Şimdi
ise “Dünya Daha Büyük. Keşfet” sloganı
işlenmiş... Evet dünya çok büyük; ama Türk Hava Yolları ile keşfetmesi çok
kolay ve konforlu. Tek zorlanacağın konu nereyi keşfedeceğini seçmen olacak.Bunu da sempatik ikilimiz gayet
başarılı anlatıyor. Filmin diyalogsuz olması çok yerinde bir seçim. Zaten su
gibi akan senaryo, diyaloğa ihtiyaç bırakmıyor. Basit, sade, anlaşılır ve
evrensel. Kobe’nin fotoğrafın kadrajına girdiği andaki gibi ayrıntılar tam
kararında.
Thy
bu filmle zor olanı başarmış. Reklam kokmayan reklam yapmış.
Kobe daha oyuncu
Son
olarak söyleyeceğim, Bryant’ın kamera karşısında, Messi’den daha rahat olduğu
ve mimiklerini daha güzel kullandığı!
Öncelikle
aşağıda yazacaklarımdan tamamıyla alakasız da olsa, belirtmeden geçemeyeceğim,
Lipton benim hafızamda hala; “Mutfakta biri mi var” sloganı ile özdeş! Bana göre Türk
reklam dünyasının en başarılı sloganlarından biri bu.
Gelelim
yeni filmine, bir kere burada, Finansbank reklamının aksine, oyuncu seçimi gayet
başarılı. Kerem Bursin ve Hande Doğandemir bu yayın döneminin en parlak
yıldızları. (Şunu bir kez daha anlıyoruz ki, dizilerde cast seçimi gerçekten
çok önemli. Bu ikilinin oynadığı Güneşi Beklerken bu konuda oldukça
tatminkarken, kısa süre önce yayından kalkan, Hazal Kaya ve Aslı Tandoğan’ın
oynadığı A.Ş.K, cast açısından çok vasattı. Özellikle başroldeki erkek
karakterinin seçimi bence yanlıştı. İki güzel kadının o cılıza aşık olması,
dizilerin asıl izleyicisi olan ve ‘kapı gibi erkekleri seven’ biz Türk
kadınlarına inandırıcı gelmedi.)
Kerem
Bursin; boyu posu ve dizideki tavırları ile tam ergenlerin aşık olacağı bir tip.
Daha önce de Line reklamında oynamıştı. Geleceği parlak oyunculardan biri.
Hande
Doğandemir’in yıldızı bana göre Eti Browni İntense ile parladı. Nejat İşler’in (kendisine
acil şifalar diliyorum.) karşısında harikaydı. Nejat İşler ile uyumu İşleri'in, İntikam dizisinde
beraber oynadığı Beren Saat’ten kat be kat iyiydi. O reklam her şeyiyle iyiydi
düşününce. Çok iyi yazılmış metni, Nejat İşler'in puslu sesi, müziği, dekoru, ışığı... Tam kararında. Eti Browni’nin reklam ajansı işini biliyor. Hedef
kitlesini çok iyi tanıyor. (Dayanamadım reklamı da koyuyorum buraya :) )
Reklama
dönersek, başarılı oyuncu seçimi dışında parlak bir senaryo yok. Gerçi film de,
pek imaj filmi değil zaten. Derdi bir çekilişi anlatmak ve gayet de, temiz bir
şekilde anlatıyor. Dizide birbirine aşık iki genci oynayan bu ikiliden; Kerem
Bursin, Lipton ödülleri için, Hande Doğandemir’den şans öpücükleri çalıyor. Müzik
de Lipton’un bir önceki reklam filminin müziğinin sözsüz hali.
Ben,
şahsen, böyle günü yakalayan bir ikiliyi, önce onları Lipton’la özdeşleştireceğimiz bir imaj
filminde görmek isterdim. Bu biraz damdan düşer gibi olmuş.
Sonradan düşen jeton: Bu reklam üzerine biraz daha düşününce, kafamda, 'Hande Doğandemir ile Kerem Bursin acaba doğru seçim mi?' şüpheleri belirdi. Yanlış anlaşılmasın, hala bugünlerin en parlak yıldızları olduğunu düşünüyorum. Acabam Lipton'la uyumları hakkında.
Ne bileyim, biraz daha düşününce, bu yaştakiler sallama çayı pek tercih etmez gibi geldi bana. Onlar Starbucks kuşağı sanki... Zor telaffuzu olan kahvelerin arkadaşı.
Acaba Nescafe 3'ü 1 arada gibi kahve çeşitleri bu ikiliye daha mı uyardı. Ne dersiniz?
Finansbank
yeni reklam serisinin ikinci filmiyle karşımızda. İlk film oldukça yüksek
frekanslı bir şekilde gösterildi. “Herkese
lazım bir Finansçı” müziği akıllara resmen kazındı. Hatta, bana göre, ilk
filmin gösterimi biraz fazla uzundu. İkinci filme daha hızlı geçilebilirdi.
İlk
film belli ki bir hazırlık filmi olarak hazırlanmış. Finansbank’ın, halkla ne kadar iç
içe olduğunu, amblem üzerinden anlatılması, bence güzel bir buluş. Amblemin
göründüğü anlardaki görüntüler, güzel ve sempatik. Bayağı da çeşitli. Yaşamın
her anı, yaşamdaki her aktörle filmde yer alıyor. Kadını, çocuğu, her kesimden
çalışanı filmde mevcut.
Jingle,
yani müzik de oldukça akılcı kalıcı. (Tabii burada yüksek frekanslı gösterim
oldukça yardımcı! Medya satın alma bütçesi belli ki bol sıfırlı!)Mirkelam da güzel seslendirmiş. “Herkese Lazım bir Finansçı” nakaratı, şarkının da filmin de ana mesajı.
‘Finansçı’
sözü, bana Cem Yılmaz’ın gösterisinden bir bölümü hatırlattı. Hani Cem Yılmaz bir
anısını anlatır: “...Çocuğa büyüyünce ne olmak istiyorsun diye sordum. Uzay
bilimcisi dedi yaa... Uzay bilimcisi... Manavcı gibi bir şey...” Keskin gözlemci
Cem Yılmaz’ın da gösterisinde ti’ye aldığı bu terimler bizim topluma yakın. Severiz biz
bazı meslekleri böyle tanımlamayı. Diş hekimine dişçi, beden öğretmenine
bedenci deriz. Halka yakın bir terim olmuş yani 'Finansçı'.
Yılmaz
Erdoğan ilk filmin sonunda görülüyor ve bize serinin nasıl devam edeceğine dair
ipucu veriyor.
Peki, Yılmaz Erdoğan yerinde
bir seçim mi? Doğrusu şüphelerim var. Bu şüpheleri ikinci filmle yoğurarak,
anlatmaya çalışacağım.
İkinci
film Finansbank’ın - ne yazık ki ülkemizde ender olarak görülen - hayali olan
bir yatırımcıya, hayalini gerçekleştirmesi için sağladığı, kredi imkanını anlatıyor. Finansbank yatırımcının yanında! Hatta en orijinal
fikirli olanın bile yanında... Düşünsenize almış eline Kısa Tüylü Mahmut’unu gelmiş
bankaya ve Finansçı Abi böyle bir orijinale bile, “abi ne içtiysen bize de getir!"
demiyor. Hatta Yılmaz Erdoğan bile Kısa Tüylü Mahmut’u ilk gördüğünde şaşkınlığını
gizlemiyor; ama belli ki içinden Nasrettin Hoca’nın fıkrasında olduğu gibi “ya tutarsa”
diyor. Eee zamanında kendisi de Bir Demet Tiyatro’da tavuk çiftliği açmak gibi
güzide fikirlere kapılmıştı. (O tavuklardan birinin adı hala aklımda: Zubizaretta!)
Yılmaz Erdoğan’ın doğru bir seçim olup olmadığı konusu tam da burda, orijinal fikirli
girişimci kardeşimizle olan muhabbetinde kafama takılıyor. Çünkü Erdoğan’ın
diyalogları ‘Mükremin Abi’ tiplemesini fazlasıyla çağrıştırıyor. Ama ne yazık
ki görünüş itibariyle, şimdiki hali - beni mazur görsün- ‘Mükremin Amca’ya daha çok benziyor!
Üstelik Erdoğan uzun bir süredir televizyonda kameranın önünde değil,
arkasında... Çok Güzel Hareketler Bunlar'da da oyuncu değil, hocaydı. Televizyon
gündemi çok hızlı değişiyor ve bana göre Mükremin Abi dünde kaldı.
Acaba
daha günümüze ait bir figür kullanabilir miydi, diye düşümekten kendimi alamıyorum. Örneğin şu günlerin popüler
dizisi ‘Doksanların’ Turgut Özal hayranı girişimcisi ‘Nuri’ gibi mesela? Neyse
konuyu saptırmayalım.
Belli
ki “Herkese lazım bir Finansçı” serisinin filmleri gelmeye devam edecek. Söylem, müzik ve konu olarak iyi olan kampanyanın, tek soru işaretli tarafı, bence Yılmaz Erdoğan.
Şu an işsizim. Bu yüzden, bu aralar ben de en bol bulunan şey zaman. Doğal olarak ne zaman işe gireceğimi de bilmiyorum. (Tam istifa ettiğim dönemde birilerinin birbirine gireceği tuttu! Şansımın içine edeyim, mahsuru yoksa...) Ben de boş zamanımı değerlendirmek için blog yazmaya karar verdim. Çünkü yazmak iyi olarak yaptığıma inandığım tek eylem. Evde internet de var... Bir haftadır ne yazacağımı düşünüp duruyorum. Maddi ve manevi sebeplerden dolayı çok renkli bir hayatım yok bu aralar. Gerçi çalışırken de sosyal bir kelebek değildim doğrusu... Hani derler ya, "hayatım film olsa, yarısında çıkardım" eh işte ondan biraz halliceydim. Sonunda iyi kötü 7 yıldır içinde olduğum mesleğim ile alakalı yazmaya karar verdim: Reklamcılık. Reklam yazarıyım ben. Hemen söyleyeyim portfolyomda sürüsüne bereket Kristal Elma almış reklam filmleri yok. Bugüne kadar hep küçük ve orta ölçekli ajanslarda çalıştım. Bilenler de bilir, böyle ajanslara reklam filmi işi kırk yılda bir gelir. Çalıştığım ajanslarda stratejik planlama bölüm yoktu. O yüzden müşterilerimiz olan markaların hangi hedef kitleye seslendiğini, o hedef kiteleye nasıl seslenmesi gerektiğini hep el-yol yardımıyla yapıyorduk. Bu blogta da buna benzer bir şey yapacağım. Reklam filmlerini naçizane bir biçimde kendimce yorumlayacağım. İyi mi, komik mi, hedef kitleye uygun mu, fazla mı uçmuş, çok mu ağlak, reklamda kullanılan müzik ne alemde, ünlü kullanımı nasıl, süresi nasıl vs... Zaten izlediğim her reklam filminde bunun yapıyordum. Belki daha üstünkörü oluyordu. Üstelik yazmıyordum; çünkü vaktim yoktu. Ne vaktim yoktu yaaa! Sanki anasını satayım Coca cola'ya film çekiyordum... Bildiğin tembellikten yazmıyordum! Blogumun adı: Burda ekmek var. Bu reklamcılar, özellikle de kreatif tarafta çalışan reklamcılar için bilindik bir terim. Güzel, işlenebilen bir fikir bulunduğunda söylenir. Lafı fazla uzatmak istemiyorum. Eğer bir gün yolunuz bu siteye düşerse, sizin de yorumlarınızı beklerim. Şimdi Orhan Baba'dan bir alıntı ile bu yazıyı bitirelim: Arkadaşlar hazır mıyız?